Timur İle İbn Haldun'un Görüşmesi


(alıntıdır)

            Timur'la ilk karşılaşması huzura alındığı çadırda gerçekleşmişti; hükümdar, ''dirseği üzerinde yan gelip oturmuş, bir biri ardı sıra önüne konulan yemekleri dışarıya, çadırın önünde halkalar halinde oturan Moğollara gönderiyordu.''Timur, öpmesi için ona elini uzattı. Saygıda hiç kusur etmeyen tarihçi, ''Allah size selamet versin 30-40 yıldan beri bu karşılaşmanın özlemini çekiyordum.'' diye söze başladı. ''Siz cümle alemin sultanı cihanın hakimisiniz. Sanmam ki Adem'den bugüne dünyaya sizin gibi bir hükümdar gelmiş olsun.'' İbn Haldun 1358'de Fez'in Karaviyin Camii'inde bir ilahiyatçı hocanın Timur'un nasıl başa geçeceği konusunda kehanette bulunduğunu anlattı. Hoca, yıldız kümelerinin fevkalade bir olaya işaret ettiğini bildirmişti:'' Öyle görünüyor ki, çöl kavimlerinden kuzeydoğuda, çadırlarda barınan bir kesimden, çok kudretli biri çıkacak; geniş diyarlar üzerinde hakimiyet kuracak, kralları, imparatorlukları devirecek, dünyanın meskun bölgelerinin büyük bir kısmına egemen olacak.''

         Bu ince ayarlı iltifat yerini bulmuştu. İbn Haldun, hükümdarın çadırında yemeğe davet edildi ve burada sohbet tarih ve coğrafyaya kaydı. Timur, misafirine Kuzey Afrika üstüne bir çok soru sordu. Tanca'nın, Septe'nin, Sicilmese'nin nerede olduğunu bilmek istiyordu. İbn Haldun elinden geldiğince tarif etmeye çalıştı, ama Timur bununla yetinmedi. ''Dedi ki, 'Bu beni tatmin etmedi. Bana, Magribi'nin tamamını anlatan bir tasvir yaz; hem yakın hem uzak yerlerini, dağlarını ve nehirlerini, köylerini ve kentlerini, teferruatlı olarak anlat; öyle ki buraları kendi gözümle görmüş gibi olayım.'' İbn Haldun kente döndü ve kendinden istenilen işi bir kaç gün içinde, çarçabuk bitirdi. Tatarların ordugahında toplam 35 gün kaldı ve bu süre içinde Timur ve emirleri arasında geçen bir çok konuşmaya tanık oldu; bu, ona gösterilen yüksek itibarın bir belirtisiydi. Hükümdarın huzura kabullerinde ve toplantılarında bulundu; hatta Timur'un emirlerini, Şam istihkamlarındaki en zayıf noktaları bulmakla görevlendirdiği harp şuralarına dahi katıldı. Bir keresinde engin tarih bilgisine müracaatla, halifelik iddiasında bulunan ve Kahire'de hakkı olan halifelik makamına oturtulmasını talep eden bir kişinin, bu iddiasının meşruiyeti konusundaki düşüncesi soruldu. İbn Haldun bu isteği geri çevirmedi ve uzun bir izahattan sonra adamın iddiasının geçersiz olduğu hükmünü verdi. Timur adama dönerek: İşte kadıların ve hukukçuların dediklerini duydun. Demek ki benim karşımda halifelik iddiasında bulunmaya hakın yok. Haydi bakalım, güle güle, Allah seni doğru yoldan ayırmasın dedi.  

      

          İbn Haldun'un, Tatar sarayındaki teşrifat kurallarına aşina olan bir arkadaşı ona, Timur'a bir hediye sunmasını salık vermişti, ''pahada ne kadar hafif olursa olsun, önemli değildi, bu hükümdarın huzuruna çıkan herkesin uyması gereken bir adetti. Bu nedenle sahaflardan eşsiz güzellikte bir Kuranı Kerim;bir seccade;el-Busiri'nin -Allah onu esirgesin ve selamet versin- peygamberi öven, el yazması el-Bürde şiirini ve en alasından dört kutu Kahire şekerlemesi aldım.''

        Her ne kadar kendine biat eden kişilerden almaya alıştığı hazinelere kıyasla bunlar çok eften püften armağanlar olsa da, Timur çok duygulanmış, Tunuslu biraz daha gözüne girmişti. O kadar ki Timur'un sağ yanına oturmaya davet edildi; Bu hükümdarın ona ne kadar değer verdiğinin açık bir ifadesiydi. Mükemmel bir diplomat ve saray adabının tüm inceliklerine vakıf bir kişi olan İbn Haldun  Sultan Ferec'in maiyetinde Şam'a getirilen ilim ve irfan sahibi kişilerin hayatlarının bağışlanması için ricada bulunmak üzere bu anı uygun gördü:

       Mısır sultanının geride bıraktığı kişiler arasında bulunan bu Kuran hocaları, katipler, mabeyn görevlileri ve idareciler artık sizin tebaanıza geçmiş sayılır. Haşmetmeapları elbette bunlardan sarfınazar edecek değildir. Gücünüz her yere erişiyor, topraklarınız alabildiğine geniş; hükümdarlığımızın çeşitli hizmet kademelerinde idarecilere duyulan ihtiyacın başka her yerdekinden  fazla olması gerekir. Bana, 'bunlar için ne yapmamı istiyorsun'' diye sordu. ''Nerede olursa olsunlar, başvurabilecekleri ve onların emniyetini sağlayacak bir vesika, '' diye cevap verdim. Mabeyncisine dönüp, ''İstedikleri vesika için emir yazıla,'' dedi. Teşekkür edip, senalarla yanından ayrıldım ve vesika yazılana kadar mabeyncinin başında durdum. 

         İbn Haldun istediğini elde etmişti. Ak harmaniyeli din adamlarının canları bağışlanmıştı. 

  Timur'un Şam'da geçirdiği son günlerde; İbn Haldun, Tatar'la yaptığı biraz şaşırtıcı bir görüşmeyi de kaydetmiştir. Konuşmadan , Timur'un kısrak meraklısı olduğu anlaşılıyordu. 

      Adet olduğu üzere, karşılıklı hal hatır sorduktan sonra bana dönüp, ''Senin burada bir kısrağın var mı''  diye sordu. ''Evet '' diye cevap verdim. ''Cins mi?'' diye sordu. ''Evet'' diye cevap verdim. ''Satar mısın? Onu senden alayım '' dedi. ''Allah size selamet versin, benim gibi birinin sizin gibi birine bir şey satmak ne haddine, onu ancak bir saygı belirtisi olarak size verebilirim; onun gibi daha başkası olsaydı, onları da verirdim'' dedim. ''Altında kalmam, karşılığını fazlasıyla öderim demek istemiştim'' diye cevap verdi. Bana şimdiye kadar neyi fazlasıyla vermediniz ki? Beni lütuf ve iltimasa boğdunuz; bana en yakın ve samimi yoldaşlarınızın yanında yer verdiniz, bana hep muhabbet ve cömertlikle davrandınız; bunların karşılığını Allah'ın size misli misli vermesini diliyorum '' dedim. Sustu. Ben de öyle yaptım. Ben huzurundayken kısrak yanına getirildi ve bir daha da hayvanı görmedim. 

    İbn Haldun, daha sonra Kahire'ye döndüğünde; Mısır sultanının Timur nezdindeki elçisi bir haberciyle ona, tatar tarafından kısrağına karşılık bir miktar para gönderdi. Yolsuzluk ve zimmetine para geçirme, o tarihte bile Mısır siyasetine yabancı değildi. Haberci, paranın 'tam' olmadığına, fakat kendisine bu kadar verildiğine dair yemin üstüne yemin etmişti. 

      Arapşah'ın ifadesine göre Timur, Tunuslu'nun ancak ailesini ve dillere destan kütüphanesini alarak geri dönmesi şartıyla gitmesine izin vermiş, fakat o, bu sözünü hiçbir zaman tutmamıştı. Mamafih İbn Haldun, olayları farklı hatırlıyordu. Timur'un sarayında, onun hizmetine girmek teklifinde bulunmuş fakat fatih olumsuz yanıt vererek ona ''ailesinin ve halkının yanına dönmesini söylemişti. Timur'un yörüngesinden sağ salim çıkan İbn Haldun, Mağrip Merini hükümdarı Ebu Said Osman'a yazdığı bir mektupla, Tatar'ın Şam'a kadar ilerleyişini anlattı: ''Timur, Halep'i, Hama'yı, Humus'u ve Baalbek'i fethederek hepsini yakıp yıktı; askerleri görülmedik ve yüz kızartıcı bir vahşet sergiledi.'' Özür diler bir edayla, nasıl olup da, ''onun karşısına çıkmaktan başka çaresi kalmadığını'' açıkladı. Kendisine iyi davranıldığını ve diplomatik çabaları sayesinde, ''Şamlıların hayatlarını bağışladığını'' ekledi. 

       Bunun ardından üstün körü bir Tatar tarihi veriyor, onları, ''ünlü hükümdarı Cengiz Han'ın önderliğinde... Ceyhun Nehri'nin ötesindeki, Çin'e kadar uzanan çöllerden gelme'' bir kavim olarak tanımlıyordu. İbn Haldun Cengiz'den, Timur'a ve ordularına geçiyordu. 

      Bu insanlar sayılamayacak kadar çoktular. Deyin ki bir milyon; bu rakam çok değildir, ne de bunun az olduğu söylenebilir. Arazide çadırlarını kurdukları zaman, hiç boş yer kalmıyor ve orduları ne kadar geniş bir alana yayılırsa yayılsın, onlara dar geliyor. Baskın vermede, talan etmede, yerli halkı boğazlamada ve bunlara binbir türlü vahşet göstermede, misli görülmemiş bir örnek oluşturuyorlar. 

     İbn Haldun, Tatar hükümdarın çok değerli bir portresini çiziyor, o da yüksek zekasını ve her alandaki ilmi ve felsefi tartışmaya olan düşkünlüğünün altını çiziyordu. ''Bu hükümdar Timur, dünyanın en büyük, en kudretli hükümdarlarından biri,'' diye başlıyordu. ''Kimisi onu arif, kimisi ise Ali'nin soyunu tuttuğu için kafir olarak görüyor. Sihir ve büyüyle uğraştığını iddia edenler de var, ama bunların hiçbiri doğru değil. En basit ifadesiyle, üstün ve kıvrak zekalı bir adam ve gerek bildiği, gerekse bilmediği konularda fikir alışverişine ve tartışmaya çok meraklı.'' 

       Ardından Timur'un aksaklığına geçiyordu. ''Sağ dizi tutmuyor;bana söylediğine göre çocukluğunda çapulculuk ederken yediği bir ok yüzünden olmuş. Kısa mesafelerde ayağını sürüyerek yürüyor, daha uzun yürüyüşlerde ise adamları onu elleriyle taşıyorlar.'' İbn Haldun gibi Clavijo da Timur'un bu sakatlığının ona nasıl eza verdiğini kendi gözleriyle görmüştü. Huzurunda yapılan bir görüşme sonrası tarihçi, yaşlı hükümdar için, ''dizindeki ağrıdan ötürü, taşınarak yanımızdan ayrıldı'' diye yazmıştı. Fakat altmış dördünde olmasına rağmen, Timur belli ki at sırtında gidemeyecek kadar yaşlı veya düşkün değildi, çünkü İbn Haldun onun, '' eyerin üstünde dimdik oturduğunu'' kaydetmişti. 

    Timur'u bir ay süreyle yakından izleyen İbn Haldun, sonunda şu yalın kanıya varmıştı. ''Allah'ın sevgili kulu. O, kimi isterse onu kayırır; hikmetinden sual olunmaz.'' 


KAYNAK:JUSTİN MAROZZİ, TİMURLENK, ÇEVİREN: HÜLYA KOCAOLUK, YAPI KREDİ YAYINLARI, S. 321-325

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TİMUR'UN MEMLUK SULTANI BERKUK'A GÖNDERDİĞİ MEKTUP

METE HAN'IN ÇİN'E MEKTUBU

BİRAZ DA GÜLELİM