TÜRK-MOĞOL MİRASI


(alıntıdır) (özetlenmiştir)

        Bu yeni kültürün konuşma dili Türkçe, dini İslam ve siyasi meşruiyeti de Moğol'du. Türk-Moğol geleneği, Çin ve Moğolistan hariç, Orta Asya'dan Rusya'ya kadar uzanan, tüm batıdaki Moğol topraklarında hakim gelenek hale geldi. 

        Cengiz Han'nın kariyeri Avrasya bozkırlarına derin ve süregelen değişiklikler getirdi. Onun bozkır ve çevresinin tarihindeki önemi, askeri dehasından çok, büyük yönetme yeteneği ve bozkır geleneğini kullanışındaki ferasetten geliyordu. 

        Cengiz'in geliştirdiği yönetim, 19. yüzyıla kadar göçebe devletlerin yönetim modeli olmuştur. Cengiz'in asıl dayanağı şahsi adamlarıydı:iktidara yükselişi sırasında etrafında topladığı ve sadakatleri onun şahsına olan bir insan grubu.Bu kişiler arasından, aşçıbaşı, kuşçubaşı, seyisbaşı, olarak kendi özel hizmetine seçtiği görevliler, kısa sürede kurumsallaşmış bir saray yönetiminin parçaları haline geldiler. Cengiz, sayesinde göçebe tebaanın aşiret yapısını kırdığı bozkırda yaygın olan ondalık sisteme dayalı askeri örgütlenmeyi benimsedi ve büyük birliklerin başına kendi sadık adamlarını getirdi. Bürokraside, Turfan havzasındaki yerleşik Uygur Türklerinin kullandığı alfabeyi kabul etti. 

       Art arda yeni bölgelerin ele geçirmesiyle birlikte Cengiz'in, 1209'dan itibaren, Türkî ve Moğol göçerlerden, İran ve kuzey Çin'in yerleşik halklarına kadar, giderek büyüyen ve çeşitlenen bir tebaa yelpazesini kontrol etmesi gerekti. Bunu gerçekleştirmek için, irili ufaklı birçok topluluğu memleketlerinden binlerce km. uzağa süren, örneğin Acemleri Çin'e, göçebeleri de yerleşik bölgelerin içlerine yerleştirilen bir iskan sistemi geliştirdi. Fethettiği ülkelerdeki şehirlere, çoğunluğu iç Asya kökenli ve emrinde Moğol milislerin bulunduğu askeri valiler atadı. Ülkesinin birlik ve denetimini daha da pekiştirmek için, yerleşik bölgelere, farklı aşiretler ve yörelerden oluşturulan ve ordunun tamamını temsil eden, ayrı seçkin birlikler yerleştirdi. Bu arada hükümdarlığını yönetirken de Çinli ve Acem bürokratların uzmanlığından yararlanıyordu; bunlardan birkaçı, kendi memleketlerinden çok uzaklardaki bölgelerde son derece güçlü mevkilere yükselip merkezi yönetimde de nüfuz sahibi oldular. Böylece, ufukları açmak ve göçebe ve yerleşik nüfusun harmanlanmasını başlatmak suretiyle Moğol döneminde Avrasya'nın toplumsal yapısında esaslı bir değişime imza attı.


       En büyük oğlu Coçi'nin soyu, ''Moğol toynaklarınca dövülen en uzak topraklara kadar '' imparatorluğun batı topraklarını aldı; ikinci oğlu Çağatay'ın payına, Pamir ve Tiyen Şan dağlarının kuzeyindeki topraklarla Maveraünnehir'in bozkır bölümü düştü; Balkaş Gölü'nün doğusundaki topraklar üçüncü oğul Ögedey'in oldu. En küçük oğul Tolu'ya ise, Moğol gelenekleri uyarınca, Cengiz'in şahsi bin muhafızı ve ordunun en büyük kısmı ile onun Moğolistan'daki iktidarının asıl merkezi verildi. 

      Cengiz Han sıra dışı askeri ve yönetsel becerilere sahip olmakla birlikte, fetih kariyeri sadece ona has bir şey değildi. Ancak onda istisnai olan, kendi iktidarını hiç zayıflatmadan ardıllarına devretme ve böylece, Avrasya bozkırının göçebelerini daha önce eşi görülmemiş bir kudrete ulaştırma yeteneğiydi. 

     Cengiz hanedanına, bilinen dünyanın en büyük hükümdarları olarak o benzersiz tılsımlı özelliği veren, işte, 1227'den 1260'a kadar süren bu dönemdir. Tüm Avrasya bozkırı ve komşu yerleşik topraklardaki ortak siyasi  kültürün temeli de bu dönemde atılmıştır. Kırım'dan Moğalistan'a kadar Türk-Moğol olan her türlü nüfus arasında, iktidar göçebelerde olduğu sürece, Cengiz gelenekleri yürüdü. 19. yüzyılda da, bozkırdaki hükümranlık unvanları olan ''han'' ve ''hakan'' , sadece Cengiz soyundan geldiğini iddia edenler için kullanılıyordu;hatta Cengiz kültü bu yüzyılda bile varlığını sürdürdü. 

    

     İmparatorluk, ayrıca ünlü posta sistemi yam ile irtibatını sağlıyordu ve bunun da ötesinde genel nüfus sayımı ve zorunlu askerlik ile Moğol yasası ideolojisine tabiydi. 

     Moğol yönetici sınıfı hakimiyetini yerleşik usullere uydururken, muhafaza ettiği öz geleneklerine, en iyi özümsediği yabancı kültür öğelerini ilave etmiştir. Bu süreç, Türk-Moğol denilen ve bozkırın iki büyük kültürünün birleştiren, yeni bir miras ortaya çıkarmıştır. Türk-Moğol döneminin başlangıcı, yaklaşık olarak 14. yüzyıl başlarına tarihlendirilir; bu, bir yandan Moğol hükümdarlarının yerleşik tebaalarıyla doğrudan ilgilenmeye, bir yandan da bu yerleşik tebaaların hakim Türk-Moğol seçkinlerinin kimi geleneklerini benimsemeye başladığı bir dönemdir. 

     Türk- Moğol geleneğinin oluşumuna yol açan değişikliklerden ilki, şamanist Moğolların, yeni tebaalarının inançlarını resmen kabul etmeleriydi. İlk resmi din değiştirme Budizme geçiş olmuştu; Kubilay Han, 1253'te, Tibetli Phags-pa Lama ile yakın ilişkiler kurdu ve 1260'ta Büyük Han unvanını aldığında, Budist kilisesine büyük bir güç ve paye verdi.

    İlhan Gazan 1295'te halkın önünde İslamiyet'i kabul ederek, kafir ataları tarafından inşa edilmiş tüm kiliselerin, sinagogların, ve Budist tapınakların yıkılmasını emretti. Daha sonraları Altın Orda Devleti'nin Özbek Han'ı, Çağatay Hanlığı'nın batı kesimlerinde hüküm süren Tarmaşirin Han ve bir nesil sonra da hanlığın doğu bölümüne hükmeden Tuğluk Timur Han onun açtığı yoldan yürüdü.

    İmparatorluğun batı yakasında aynı dönemde ortaya çıkan bir başka süreç de, yönetici sınıfın konuştuğu dil olan Moğolca'nın yerini yavaş yavaş Türkçe'nin almasıydı. 

    Demek oluyor ki 14. yüzyılda birlikte, Moğol İmparatorluğu'nun tamamındaki yönetici sınıf, yerleşik tebaasının dinlerini ve göçebe tebaasının dilini kabul ederek, fethettiği ülkelerin nüfusları içinde erimeye başlamıştı. Öte yandan yönetim katında, Moğol kimliğinin itibarı azametini sürdürürken Cengizli düzeni muazzam saygınlığını korudu.

    
kaynak:TİMURLENK BOZKIRLARIN SON GÖÇEBE FATİHİ, BEATRİCE FORBES MANZ, KRONİK YAYINLARI S. 17-28 ÇEVİRİ:ZUHAL BİLGİN
    

     



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TİMUR'UN MEMLUK SULTANI BERKUK'A GÖNDERDİĞİ MEKTUP

METE HAN'IN ÇİN'E MEKTUBU

BİRAZ DA GÜLELİM